20 Aralık 2013 Cuma

11. DEVLETİN VE HUKUKUN MÜLKİYET İLİŞKİLERİ

Antikçağda ve ortaçağda mülkiyetin ilk biçimi, Romalılarda özellikle savaşla ve Cermenlerde özellikle hayvancılıkla [69] belirlenmiş olan aşiret mülkiyetidir. Birçok aşiretin aynı kentte birarada yaşadıkları antik halklarda,[86] aşiret mülkiyeti devlet mülkiyeti olarak ve bu mülkiyette bireyin hakkı aşiret mülkiyeti tarzında biricik mülkiyet olan toprak mülkiyetiyle sınırlanmış olmakla birlikte, basit poscessio [Elde bulundurma, zilyedlik. -ç.] olarak görünür. Tam anlamında özel mülkiyet, modern halklarda olduğu gibi Antiklerde de taşınır mülkiyetle başlar — (Kölelik ve komünallık) (dominium ex jure quiritum [Eski soydan bir Romalı yurttaşın mülkiyeti. -ç.]). Ortaçağdan çıkan halklarda, aşiret mülkiyeti, demek ki, —feodal toprak mülkiyeti, taşınır lonca mülkiyeti, manüfaktür sermayesi gibi— başka başka evrelerden geçerek, büyük sanayi ve evrensel rekabetin koşullandırdığı katıksız özel mülkiyeti temsil eden, bütün ortaklaşa mülkiyet (Gemeinwesen) görünümlerinden sıyrılmış ve mülkiyetin gelişmesi üzerindeki devletin bütün etkisini dışlayan modern sermayeye kadar evrim gösterir. İşte modern devlet, bu modern özel mülkiyete tekabül eder, özel mülk sahipleri vergiler yoluyla yavaş yavaş modern devleti ele geçirmişlerdir, ve devlet, devlet borçları sistemiyle bütün bütüne onların ellerine düşmüştür, (sayfa 106) ve devletin varlığı, yalnızca, borsada devlet tahvillerinin yükselip düşmesi oyunu ile özel mülk sahiplerinin, yani burjuvaların kendisine verdikleri ticaret kredisine bağlıdır. Burjuvazi, artık bir zümre değil, bir sınıf olması bakımından, yalnızca bu yüzden, yöresel planda değil, bütün ulusal planda örgütlenmek ve kendi ortak çıkarlarına evrensel bir biçim vermek zorundadır. Özel mülkiyetin, ortaklaşa mülkiyetten kurtulması sonucunda, devlet, sivil toplum yanında ve onun dışında özel bir varlık kazanmıştır; ama bu devlet, burjuvaların dışarda olduğu kadar içerde de mülkiyetlerini ve çıkarlarını karşılıklı olarak güvence altına almak üzere, zorunluluk yüzünden kendilerine seçtikleri örgütlenme biçiminden başka bir şey değildir. Bugün artık, yalnızca zümrelerin gelişmelerinde henüz sınıf aşamasına tamamıyla varmamış oldukları ve safdışı edildikleri halde, hâlâ bir rol oynamakta bulundukları daha ileri bir evrime ulaşmış olan ülkelerde, demek ki, katışık bir durumun mevcut olduğu ülkelerde, o halde nüfusun hiçbir bölümünün ötekileri egemenliği altına alacak duruma ulaşamadığı ülkelerde, devletin özerkliği mevcuttur. Bu, özellikle Almanya'daki durumdur. Modern devletin en eksiksiz örneği, Kuzey Amerika'dır. [70] Modern Fransız, İngiliz, Amerikan yazarlarının, istisnasız hepsi, devletin, ancak özel mülkiyet yüzünden mevcut olduğunu, açıkça iddia etmeye vardırmışlardır işi ve o kadar ki, bu inanç, artık kamunun bilincine işlemiştir. 

Şu halde, devlet egemen bir sınıfın bireylerinin onun aracılığıyla kendi ortak çıkarlarını üstün kıldıkları bir biçim, içinde bir çağın bütün sivil toplumunun özetlendiği bir biçim olduğundan, bunun sonucu olarak, bütün kamusal kurumlar, devlet aracılığından geçer ve siyasal bir biçim alırlar. Bu yüzden, yasanın iradeye dayandığı, hatta daha iyisi, özgür iradeye dayandığı kuruntusu, somut temelinden kopmuştur. Aynı biçimde hukuk da yasaya dayandırılmıştır. 

Doğal ortaklaşa mülkiyetin dağılıp çözülmesi, özel mülkiyet gibi, ikisi aynı zamanda birarada gelişen özel hukuku da doğurur. Romalılarda, özel mülkiyetin ve özel hukukun gelişmesinin hiçbir başka sınai ve ticari sonucu olmamıştı, çünkü onların bütün üretim tarzları aynı kalıyordu.[87] Sanayi ve ticaretin, feodal ortaklaşa mülkiyeti dağılmaya götürdüğü bütün modern halklarda özel mülkiyetin ve özel hukukun doğuşu, daha sonraki bir gelişmeye elverişli yeni bir evrenin başlangıcını işaret etmiştir. Ortaçağın, geniş bir deniz ticaretine sahip olmuş olan ilk kenti Amalfi,[43*] aynı zamanda, deniz hukukunu hazırlayıp işlemekte de ilk oldu. İlkönce İtalya'da, sonra öteki ülkelerde, sanayi ve ticaret, özel mülkiyete daha önemli bir gelişme sağlar sağlamaz, Romalıların daha önce hazırlanmış olan özel hukuku yeniden ele alındı ve bir otorite katına yükseltildi. Daha sonra, burjuvazi, prenslerin, feodal sınıfı devirmek için bir alet gibi kullandığı bu burjuvazi, çıkarlarını savunmayı üstlenecek kadar güçlendiği zaman, hukuk [71] bütün ülkelerde —Fransa'da 16. Yüzyılda— sözcüğün tam anlamında gelişmeye başladı ve İngiltere'den başka bütün ülkelerde bu gelişme Roma hukukunun temelleri üzerinde oldu. İngiltere'de bile, özel hukuku gittikçe daha çok yetkinleştirmek üzere Roma hukukunun (özellikle taşınır mülkiyet konusundaki) ilkelerini almak zorunda kalındı. (Unutmayalım ki, hukukun da, dinden daha fazla, salt kendine özgü bir tarihi yoktur.) 

Özel hukukta, mevcut olan mülkiyet ilişkileri genel bir iradenin sonucu gibi açıklanır. Jus utendi et abutendi'nin [kullanma ve kötüye kullanma hakkı. -ç.] kendisi, bir yandan, özel mülkiyetin ortaklaşa mülkiyetten bütün bütüne bağımsız bir hale gelmesi gerçeğini, öte yandan da özel mülkiyetin kendisinin yalnız özel iradeye, nesnelerden serbestçe yararlanılmasına dayandığı kuruntusunu ifade eder. Pratikte, abuti'nin [kötüye kullanma. -ç.] özel mülk sahibi için, eğer kendi mülkünü ve onunla birlikte Jus abutendi'sini [kötüye kullanma hakkı. -ç.] başkalarının ellerine geçmiş görmek istemiyorsa, çok belirli iktisadi sınırları vardır; çünkü, kısaca, yalnız kendi iradesi ile ilişkileri içinde ele alınan şey, hiçbir şey değildir, ama o şey, yalnız ticarette ve hukuktan bağımsız olarak bir şey haline, gerçek bir mülkiyet haline (bir ilişki haline, filozofların fikir (idea)[88] dedikleri şey haline) gelir. Hukuku salt iradeye indirgeyen bu hukuksal yanılsama, mülkiyet ilişkilerinin gelişmesi sonucunda, kaçınılmaz olarak, herhangi bir kimsenin bir şeyi gerçekten elinde bulundurmaksızın hukuken o şeyin sahiplik unvanına malik olması sonucuna varır. Sözgelimi, diyelim ki, bir toprağın rantı rekabet dolayısıyla kaldırılmış olsun, bu arazinin sahibi, pekâlâ hukuksal unvanını olduğu gibi, onun Jus utendi et abutendi'sini de muhafaza eder. Ama onu hiçbir şey yapamaz, eğer toprağını muhafaza etmek için fazladan, yeter miktarda sermayeye sahip olamazsa, toprak sahibi olarak eline hiçbir şey geçmez. Hukukçuların bu aynı yanılsaması, hukukçular için olduğu gibi bütün hukuk kuralları sistemi için de, bireylerin, örneğin, sözleşme ile, kendi aralarında ilişkilere girişmelerinin salt bir olumsallık gibi görülmesini, ve bu çeşitten ilişkilerin, onların gözünde, isteğe göre,[72] girişile[bilir] ya da girişilmeye[bilir] ilişkiler olarak ve içeriği tamamıyla sözleşmeyi yapanların keyfi ve kişisel iradelerine dayanan ilişkiler olarak kabul edilmesini açıklar. 

Ne zaman sanayi ve ticaretin gelişmesi, örneğin sigorta şirketleri ve benzerleri gibi yeni biçimler yaratmışsa, hukuk, her seferinde, bu biçimleri, şaşmaz bir biçimde, mülkiyetin elde ediliş tarzları içinde birleştirmek zorunluluğunda olmuştur. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.