İşbölümünde bundan sonraki genişleme, üretim ile ticaret arasında ayrılma, ayrı bir tacirler sınıfının oluşması oldu, bu ayrılma daha önceden eski kentlerde zaten (yahudiler ile başkaları arasında) gerçekleşmiş bir durumdaydı ve yeni oluşmuş kentlerde de kısa bir süre sonra kendini gösteriyordu. Bu ayrılma, komşu yöreleri aşan bir ticari ilişki olanağını veriyordu ve bu olanağın gerçekleşmesi ise mevcut ulaşım araçlarına, siyasal ilişkiler tarafından koşullandırılan kırlardaki genel güvenlik durumuna bağlıydı (bilindiği gibi, bütün ortaçağ boyunca, tacirler, silahlı kervanlar halinde yolculuk ediyorlardı); ayrılma, aynı zamanda, ticarete elverişli alanın gereksinmelerine, gelişme derecesi her durumda uygarlık düzeyiyle belirlenen gereksinmelere bağlıydı.
Ticaretle uğraşan özel bir sınıfın oluşması, ticaretin tacirler sayesinde kentin yakın çevresi ötesine genişlemesi, çabucak, üretim ile ticaret arasında karşılıklı bir canlılığın ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece kentlerin[63] birbirleri arasında ilişkiler kuruluyor, bir kentten ötekine yeni avadanlıklar götürülüyor ve üretimle ticaret arasındaki bölünme, çabucak farklı kentler arasında [45] üretimin yeni bir bölünmesini yaratıyor, kentlerin herbiri ötekine ağır basan bir sanayi kolunu işletmeye başlıyor. İlkel sınırlılık, yöresellik, yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor.
Bir yerde kazanılmış üretici güçlerin, özellikle icatların, daha ilerdeki gelişmeler açısından bir kayıp olup olmayacakları, tümüyle karşılıklı ilişkilerin yaygınlığına bağlıdır. Yakın komşu yöreleri aşan ticari ilişkiler henüz mevcut olmadığı sürece aynı şeyi, her yerde ayrı ayrı, yeni baştan icat etmek gerekir, ve barbar halkların ani saldırıları, ve hatta olağan savaşlar gibi salt raslantılar, üretici güçleri ve gereksinmeleri gelişmiş olan bir ülkeyi[64] yeniden sıfırdan başlamak zorunda bırakmaya yeter. Tarihin başlarında, her şeyi, her gün yeniden ve ayrı ayrı her yerde bağımsız bir biçimde icat etmek gerekiyordu. Fenikeliler[65] örneği, hem de göreli olarak oldukça yaygın bir ticaretle birlikte de olsa, gelişmiş üretici güçlerin tam bir yıkımdan ne kadar az korunabilmiş olduklarını bize gösterir, çünkü Fenikelilerin buluşlarının büyük bir kısmı, İskender'in bu ulusu ticaretten uzaklaştırması ve ülkelerini ellerinden alması yüzünden, uzun bir süre ortadan kayboldu, bu ulusun gerilemesine neden olan da budur. Ortaçağdaki, örneğin, cam üzerine resim sanatı için de aynı şey söylenebilir. Kazanılmış üretici güçlerin sürekliliği, ancak, temeli büyük sanayi olan bütün ulusların rekabet savaşımlarına sürüklendikleri ticaretin, dünya tarihi haline geldiği gün güven altına alınmış oldu.
Çeşitli kentler arasındaki işbölümünün ilk sonucu, loncalar sisteminden kurtulan üretim dallarında manüfaktürlerin doğuşu oldu. Manüfaktürlerin ilk açılıp gelişmesinin —İtalya'da ve daha sonra Flandre'da— tarihsel önkoşulu, yabancı uluslarla yapılan ticaret oldu. Öteki ülkelerde —örneğin İngiltere ve Fransa'da— manüfaktürler, başlangıçta, iç pazarla sınırlı kaldılar. Bu işaret edilen önkoşullarla birlikte manüfaktürlerin kurulup yerleşmesi için, nüfus yoğunlaşmasının —özellikle kırda— oldukça ileri gitmiş olması ve gene birkaç elde, kısmen, yönetim kurallarına karşın loncalarda, kısmen de tacirlerin elinde birikmeye başlamış olan sermayenin yoğunlaşması da gereklidir.
[46] En ilkel biçimde de olsa, bir makineyi öngören iş, çok geçmeden, gelişmeye en elverişli iş olduğunu ortaya koydu. O zamana kadar, kırda köylülerin gerekli giysilerini sağlamak için kendi işleri yanında yaptıkları dokumacılık, ticari ilişkilerin genişlemesi sayesinde, hız kazanan ve en büyük gelişmeyi gösteren ilk iş oldu. Dokumacılık ilk manüfaktür işi oldu ve başlıca manüfaktür işi olmakta devam etti. Nüfus artışına bağlı olarak artan giysilik kumaş talebi, hızlanmış bir dolaşım sayesinde ilkel sermayenin birikmeye ve seferber edilmeye başlaması, bundan doğan ve özellikle ticaretin gittikçe genişlemesiyle artan lüks gereksinmesi, dokumacılığa, nitelik bakımından olduğu kadar nicelik bakımından da, kendisini daha önceki üretim biçiminden çekip koparan bir hız verdiler. Sonradan da varlıklarını sürdüren ve bugün bile hâlâ mevcut bulunan, kişisel gereksinmeleri için dokumacılık yapan köylülerin yanında, kentlerde, bütün iç pazar ve çoğu kez de dış pazarlar için bez dokuyan yeni bir dokumacılar sınıfı doğdu.
Birçok durumda fazla bir beceri istemeyen ve kısa zamanda sayısız kollara bölünen dokumacılık, doğası gereği, lonca zincirlerine boyun eğmiyordu. Bunun için dokumacılık, köylerde ve lonca örgütlerinin bulunmadığı dağınık kasabalarda yapıldı, bu köyler ve kasabalar, yavaş yavaş kentler haline geldiler ve hatta her ülkede çabucak o ülkenin en parlak kentleri oldular.
Loncadan kurtulmuş olan manüfaktürle birlikte mülkiyet ilişkileri de derhal değişikliğe uğradı. Bir mesleğe bağlı aynı sermayeyi aşmak konusunda ilk ileri adım, hemen taşınır (menkul) bir sermaye edinen, yani o zamanın koşulları içinde sözkonusu olabildiği kadarıyla modern anlamda bir sermaye edinen tacirlerin otaya çıkışı ile kendini göstermiş oldu. İkinci ilerleme manüfaktürle kendini göstermiş oldu, manüfaktürün kendisi de bir aynı sermaye yığınını taşınır sermayeye çevirdi ve genel olarak taşınır sermaye toplamını aynı sermayeye oranla artırdı.
Manüfaktür, bir çırpıda, köylüler için, kendilerini dışarıda bırakan ya da az para veren loncalara karşı bir sığınak haline geldi, tıpkı eskiden lonca kentlerinin, köylüler için bir sığınak görevi [47] görmüş olması gibi.
Aynı zamanda, feodalitenin silahlı maiyetinin yok oluşu ve kralların vasallarına karşı kullandıkları daha önce toplanmış bulunan ordulara yol verilmesi yüzünden ve gene tarımın iyileşmesi ve geniş tarım arazisinin otlak haline çevrilmesi nedeniyle meydana gelen bir serserilik dönemi, manüfaktürlerin başlangıcına damgasını vurmuştur. Zaten bu olaylardan anlaşılıyor ki, bu serserilik, doğrudan doğruya feodal düzenin çözülüp dağılmasına bağlıdır. Daha 13. yüzyılda, böyle birkaç dönem olmuştur, ama serserilik, ancak, 15. yüzyılın sonu ile 16. yüzyılın başında sürekli ve genel bir şekilde yerleşmiştir. Bu serserilerin sayısı o kadar çoktu ki, İngiltere Kralı Henri VIII, başka birçok kral gibi, 72.000'ini astırdı ve onların işe koşulabilmesini başarmak için çok büyük bir yoksulluğun gelmesi gerekti ve gene de büyük güçlükler pahasına ve uzun bir direnmeden sonra başarıldı. Manüfaktürlerin hızla gelişmesi, özellikle İngiltere'de, gitgide bu aylakları yuttu.
Eskiden uluslar, birbirleriyle bağlantı kurduklarında aralarında yalnızca saldırgan olmayan alışverişler yaparlarken, manüfaktürle birlikte, başka başka uluslar, rekabet ilişkileri içine girdiler, savaşlar yoluyla, koruyucu gümrükler ve yasaklar yoluyla sürdürülen ticari bir savaşıma başladılar. Bundan böyle, ticaretin siyasal bir anlamı vardır artık.
Manüfaktür, ayrıca işçi ile işveren arasındaki ilişkilerde de bir değişikliğe neden oldu. Loncalarda kalfalar ile ustalar arasındaki ataerkil ilişkiler sürmekteydi; manüfaktürde bu ilişkilerin yerini emekçiler ile kapitalist arasındaki para ilişkileri aldı, bu ilişkiler kırlık yerlerde ve küçük kentlerde ataerkil niteliklerini koruyorlardı ama, tamamen manüfaktür kenti olan azçok önemli kentlerde hemen hemen bütün ataerkil niteliklerini çabucak yitirdiler.
Manüfaktür ve genellikle üretim hareketi, Amerika'nın ve Doğu Hindistan deniz yolunun keşfi sonucu, ticaretin genişlemesi olgusuyla olağanüstü bir ilerleme gösterdi. Hindistan'dan getirilen yeni ürünler ve en başta da dolaşıma giren altın ve gümüş kitleleri, toplumsal sınıfların karşılıklı durumlarını baştan aşağı değiştirdi ve feodal toprak mülkiyetine ve emekçilere sert bir darbe indirdi; serüvencilerin yurtdışı seferi, sömürgecilik, ve pazarların şimdi artık mümkün olan ve her geçen gün daha çok gerçekleşen dünya pazarı genişliği kazanması olayı, tarihsel gelişmede yeni bir evreye [48] neden oldu; ama burada bu nokta üzerinde daha fazla duracak durumda değiliz. Yakın zamanda keşfedilen ülkelerin sömürgeleştirilmesi, ulusların giriştikleri ticaret savaşımını besleyecek yeni kaynaklar sağladı ve bu yüzden bu savaşım hem genişledi, hem de genişledikçe daha büyük bir hırs kazandı.
Üretimlerini artırmak için hiçbir dürtüleri olmayan loncalarda, aynı sermaye değişmez kaldığı ve hatta azaldığı halde, ticaretin ve manüfaktürün genişlemesi, taşınır sermayenin birikimini hızlandırdı. Ticaret ve manüfaktür büyük burjuvaziyi yarattı; loncalarda, kentlerde artık eskisi gibi hüküm sürmeyen ama büyük tüccarların ve manüfaktürcülerin egemenliğine boyun eğmek zorunda bulunan küçük-burjuvazinin toplaştığı görüldü.[66] Loncaların, manüfaktürle temas haline gelir gelmez son bulması bundandır.
Ulusların kendi aralarındaki ticaret ilişkileri, sözünü ettiğimiz dönemde, iki değişik yön kazandı. Başlangıçta, dolaşımdaki altın ve gümüş miktarının azlığı, bu madenlerin ihracının yasaklanmasına neden oldu; ve kentlerin artan nüfusuna uğraş bulmak zorunluluğu, çoğu kez dışardan getirilen bir sanayii zorunlu kıldı, ve bu sanayi, elbette ki, yalnız iç rekabete karşı değil, dış rekabete karşı da uyum sağlayabilecek ayrıcalıklardan vazgeçemezdi. Bu ilkel yasaklamalarda, yerel lonca ayrıcalığı bütün ulus ölçeğinde yaygınlaştı. Gümrük vergilerinin kökeninde, feodal beylerin, kendi topraklarından geçen tacirlere onları yağmadan koruma bedeli (fidyesi) olarak zorla kabul ettirdikleri haklar vardır; bu haklar, daha sonra kentler tarafından kabul ettirildiler ve modern devletlerin ortaya çıkışıyla da devlet hazinelerine para toplama hususunda en kolaylıkla başvurulabilen el altında hazır bir araç haline geldiler.
Bu önlemler, Amerikan altın ve gümüşünün Avrupa pazarlarında kendilerini göstermesiyle, sanayiin gittikçe gelişmesiyle, ticaretin hızla ilerleyişi ve bu ilerlemenin sonuçlarıyla, burjuvazinin loncalar dışındaki gönenciyle ve paranın gittikçe artan önemiyle başka bir anlam kazandı. Parasız kalmanın kendisini günden güne daha güç durumda bıraktığı devlet, altın ve gümüş ihracı yasağını yalnızca ulusal düşüncelerle sürdürdü; şimdi başlıca hedefleri piyasaya yeni çıkarılan bu gümüş kitlelerini kapıp istif etmek olan burjuvalar tamamıyla tatmin olmuş durumdaydılar; mevcut ayrıcalıklar hükümet için bir gelir kaynağı haline geldiler ve para karşılığında satıldılar; gümrük yönetmeliğinde, ihracata konan vergiler ortaya çıktı, sanayiin yolu üzerine düpedüz bir engel koyan bu vergiler yalnızca mali bir amaç taşıyorlardı.
[49] İkinci dönem, 17. yüzyılın ortasında başladı ve hemen hemen 18. yüzyılın sonuna kadar sürdü. Ticaret ve denizcilik, ikincil bir rol oynayan manüfaktürden daha çabuk gelişmişlerdi; sömürgeler büyük tüketiciler haline gelmeye başladılar; uzun süren kavgalar pahasına çeşitli uluslar, açılmakta olan dünya pazarını paylaştılar.[67] Bu dönem, denizcilik ve sömürge tekelleri ile ilgili yasalarla[34*] başlar. Tarifelerle, yasaklarla, antlaşmalarla, çeşitli ulusların rekabette bulunabilmeleri mümkün olduğu kadar önlendi, ve en son aşamada rekabet savaşımını sürdürmeye hizmet eden ve bu savaşımın sonucunu belirleyen şey, savaşlar (özellikle deniz savaşları) oldu. Denizler üzerinde en güçlü olan ulus İngiltere, ticaret ve manüfaktür planında üstünlüğü korudu. Şimdiden, burada, bir tek ülke üzerinde merkezleşme.
Manüfaktür, ulusal pazar üzerinde, koruyucu vergilerle, sömürge pazarında tekel imtiyazlarıyla ve dışarda da olabildiğince çok farklılaşan[35*] gümrüklere sürekli olarak korunmuştu. Aynı ülkede üretilen hammaddenin işlenmesi kolaylaştırıldı (İngiltere'de yün ve keten, Fransa'da ipek); o ülkede üretilen hammaddenin ihracatı yasaklandı (İngiltere'de yün) ve ithal edilen maddenin ihracatı ya savsaklandı ya da engellendi (İngiltere'de pamuk). Deniz ticaretinde üstünlüğü elinde tutan ve sömürgeci güce sahip olan ulus, elbette ki, manüfaktürde de nitelik ve nicelik bakımından en büyük (sayfa 84) genişlemeyi sağlıyordu. Manüfaktür, öteki ülkelerde meydana gelen en küçük değişiklikle pazarını kaybedeceği ve mahvolacağı için himayeden katiyen vazgeçemezdi; çünkü, manüfaktür ne kadar elverişsiz koşullarda olursa olsun, bir ülkeye kolaylıkla sokulursa, gene bu yüzden aynı derecede kolaylıkla da yıkılır. Öte yandan kırda uygulanış tarzıyla, özellikle 18. yüzyılda, manüfaktür, büyük bir bireyler yığınının yaşayış koşullarına o kadar sıkı sıkıya bağlıdır ki, hiçbir ülke serbest rekabeti getirerek kendi varlığını tehlikeye atmayı göze alamaz. Manüfaktür ihracata ulaştığı ölçüde, demek ki, tamamıyla ticaretin genişliğine ya da sınırlı oluşuna bağlıdır ve kendisi de ticaret üzerinde göreli olarak zayıf bir etki meydana getirir. İşte onun 18. yüzyılda ikinci derecede bir önem taşıması [...][12**] ve tacirlerin nüfuzu bundandır. [50] Devlet himayesi ve tekeller üzerinde, herkesten daha çok ısrar edenler tacirler ve özellikle de armatörler oldular; manüfaktürcüler de, elbette ki, bu himayeyi istediler ve elde ettiler de, ama onlar siyasal önemi olan her şeyde tacirlerin öne geçmesine rıza gösterdiler. Ticaret kentleri, özellikle limanlar, göreli bir uygarlık düzeyine ulaştılar ve büyük burjuvazinin kentleri haline geldiler, oysa sanayi kentlerinde, daha çok küçük-burjuva zihniyeti varlığını sürdürdü. Örneğin Aikin'e[36*] bakınız. 18. yüzyıl, ticaret yüzyılı oldu. Pinto bunu kesin olarak söylüyor: "Le commerce fait la marotte du siècle"[13**]; ve: "depuis quelque temps il n'est plus question que de commerce, de navigation et de marine."[14**][37*]
Sermaye hareketi, hatırı sayılır derecede hızlanmış da olsa, gene hâlâ göreli bir yavaşlık göstermekten geri kalmıyordu. Dünya pazarının, herbiri ayrı bir ulus tarafından sömürülen ayrı ayrı parçalara bölünmesi, uluslar arasında rekabetin kaldırılması, bizzat üretimdeki beceriksizlik ve gelişiminin ilk evresini ancak aşabilmiş olan mali sistem, dolaşımı pek çok engelliyorlardı. Bunun sonucu, cimri bir dükkancı zihniyeti oldu ki, bütün tacirler, ve ticaretin bütün sömürü tarzı, hâlâ bu zihniyetten kurtulmuş değildi. Bunlar, manüfaktürcülere ve hele zanaatçılara oranla, doğrusunu söylemek gerekirse, büyük burjuva idiler; ama sonraki dönemin tacirlerine ve sanayicilerine oranlanınca da küçük-burjuva olarak kalırlar. Bkz: Adam Smith.[38*]
Bu dönemin bir ayırdedici özelliği de, altın ve gümüş ihracatı yasağının kalkması, para ticaretinin, bankaların, devlet borçlarının, kağıt paraların, fonlar ve eshamlar üzerindeki spekülasyonların, her şey üzerindeki borsa oyunlarının, genellikle para sisteminin gelişmesinin doğuşudur. Sermaye de hâlâ taşımakta olduğu ayni niteliğini büyük ölçüde yitirdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.